Fantastik edebiyat ve grafik roman meraklısı Mert Yenici sinema hazırlıklarını heyecanla takip ettiğimiz Alacakaranlık isimli romantik vampir kitabını inceledi. Alacakaranlık, genç bir kız ile yakışıklı bir vampir arasındaki sarsıcı aşk hikayesini anlatıyor. Bu trajik ilişki kitap dünyasında epey ses getirdi; yakında beyazperde de çok konuşulacak gibi gözüküyor. Şimdiden iyi okumalar!Türkçe basımının geç yayınlanmış olmasından ve çok az yerde bulunabildiğinden olacak Türkiye’de henüz büyük bir hayran kitlesi yaratamamış olan Alacakaranlık, ister inanın ister inanmayın çıktığı Amerika kıtasında ikinci bir Harry Potter vakası haline gelmiş durumda. Hatta kitabın fanlarının film uyarlamasını Harry Potter ve Melez Prens’ten bile heyecanla beklediklerini söylersek çok da abartmış olmayız sanırım.
Günümüzde bu tür fantastik edebiyat ürünleri çok da orijinal fikirlerle karşımıza gelmemelerine rağmen hedef kitlesi olan genç güruh sayesinde birer fenomen haline gelmekte gecikmiyorlar. Mesela Rowling’in anlattığı hikaye yeni olsa da sunduğu cadılar ve büyücüler dünyası büyük ölçüde daha önce karşılaştığımız, duyduğumuz efsane ve mitler üzerine kurulu. Bu anlamda, Rowling’in yaratıcılığı hikayeyle sınırlı kalmakta; esinlendiğini kabul ettiği Lewis’in Narnia Günlükleri’ndeki gibi yeni bir dünya sunamamakta.
Stephenie Mayer de ilk bakışta aynı dertten mustarip gibi gözükse de kendisinin yeni bir dünya yaratma çabası veya vampir ekolüne yeni bir şey katmak gibi bir amacı yok. O daha çok bildiğimiz vampir klişelerini bir bir yok ederek farklı bir şeyler sunmaya çalışmış. Gayet anlaşılır bir dille, tam da gençlerin ilgisini cezbedecek bir şekilde anlattığı “ayrı dünyaların insanıyız” temalı aşk hikayesi de meyvesini vermiş nitekim.
Esas kızımız Isabella, annesinin başka bir adamla evlenmesi üzerine Arizona Çölü’ndeki sıcak Phoenix’ten babasının yanına, Washington’ın soğuk ormanları arasındaki Fork kasabasına taşınır. Buradaki yeni okuluna ve hayatına uyum sağlamakta gecikmeyen Bella’nın hayatı Edward ile tanışınca alt üst olur. Kendisinin aksine olabildiğine “cool” olan bu çocuk, üvey kardeşleriyle takılmakta; sosyal çevresi de bu grubun dışına taşmamaktadır. Ailece fiziksel olarak cezbedici olan kardeşlerin bu soğuk tavrı Cullen Ailesi hakkında bazı dedikoduları da beraberinde getirmiştir.
Edward’a olan ilgisi nedeniyle, Bella, etliye sütlüye bulaşmadan kendi hallerinde ormandaki evlerinde yaşayan bu ailenin sırrını keşfetmekte gecikmez. Vampir olan Edward’ın da Bella’nın yüzyıllardır beklediği ruh eşi olduğu anlaşılınca tehlikeli bir aşk hikayesi yaratmak için bütün gerekli malzemeler tamamlanmış olur. İnsan kanı içmemeye kendini adamış olan Edward, hem Bella’nın kanına karşı duyduğu içindeki açlıkla, hem de kızın Edward’ın zayıf noktası olduğunu bilen peşlerindeki vampirlerle mücadele etmek zorundadır.
Vampirlerle kafayı bozmuş olan bir arkadaş vasıtasıyla varlığından haberdar olduğum Twilight Serisi’nin (ilk kitabın adı olmasına rağmen serinin adı olarak da geçiyor) konusunu duyunca “Allahım ne kadar orijinal bir fikir!!!” tepkisi verdiğimi itiraf etmem lazım. Ölümlü kız, vampir çocuğa aşık olur. Aşklarını korumak için tüm engellere birlikte göğüs gererler vs...
O kadar vampirli film ve dizi izledikten sonra, Buffy the Vampire Slayer’dan devşirilmiş gibi duran bu hikayeyi öğrenip de heyecanla kitaba başlamam beklenemezdi sanırım. Ama konusunun aksine, hikaye ilerledikçe daha orijinal bir şeylerle karşı karşıya olduğunuzu yavaş yavaş anlıyorsunuz. Genel olarak bayan okuyucuları hedef almış gibi bir hali var Mayer’in. Kendisi de erkek okuyucunun pek ilgisini çekmediğini fark etmiş olacak ki, serinin son kitabı Midnight Sun’da olayları Edward’ın gözünden anlatacağını açıkladı.
Yine de kendisinin bu şekilde kitle seçmesi, çok daha geniş bir tabana yayılmış bir okuyucu kitlesi olan Rowling kadar olamayacağını gösteriyor. Dediğim gibi, hikayemiz esas kızın ağzından anlatıldığı için bayan okuyucular daha fazla keyif alacaklardır. Bir kadının beynine girebilmek, onun bakış açısıyla erkeklere bakabilmek ilk başta erkek bir okuyucu için ilginç bir deneyim olsa da Bella’nın sevdiği erkeğin fiziksel görünüşünü çocuk sanki yarı-tanrıymışçasına tasvir edişi (beyaz teni, kaslı kusursuz vücudu şeklinde) bir süre sonra sıkıcı bir hal almaya başlıyor.
Dahası çocuğa beslediği aşk, körü körüne ona bağlanışı, onun yanında kendini son derece zayıf hissedişi, kızcağızı bizim gözümde tam bir “aptal aşık” durumuna düşüyor. Üstüne bir de Bella’yı kendine güvensiz, spor yaptıkları derslerde iki topu fırlatmaktan aciz sakar bir kız yapan Stephenie Mayer, niçin Bella’yı bu kadar “ezik” bir karakter olarak çizmiş, önceleri anlam veremedim açıkçası.
Sonradan Bella’nın o yaştaki birçok kızla aynı problemleri yaşadığını, aynı şeyleri hissettiğini idrak edip sustum. Edward ise ayrı bir muamma. Elinden gelmeyen iş olmayan ve Antik Yunan’dan fırlamış bir heykel gibi kusursuz tasvir edilen karakter, erkeklerin sinirini bozacak derecede mükemmel duruyor. O yüzden ona hiç girmeyelim.
Fantastik romanların sinemaya aktarılmasına artık alışkın olduğumuz için Twilight ile ilgili devam etmekte olan film projesine şaşırmıyoruz elbette. İlk kitabın ardından gelen ve aynı başarıyı yakalayan New Moon ve Eclipse de büyük ihtimal beyazperdeye aktarılacak. Stephenie Mayer, serinin 4. Kitabı Breaking Dawn’ı da geçtiğimiz günlerde yayınladı. O şimdi son kitabının satışlarının kaymağını yiye dursun, tüm okuyucuların gözleri Aralık ayında gösterime girecek filme çevrilmiş durumda.
Aşağı yukarı iki serinin de hayranlarının aynı kitle olduğunu varsayarsak Harry Potter ve Ateş Kadehi’nde kızların hayran kaldığı Cedric Diggory rolündeki soluk benizli İngiliz oyuncu Robert Pattinson’ın, yakışıklı vampirimiz Edward Cullen olarak seçilmesi şüphesiz isabetli bir karar. Saf aşık Bella Swan rolünde ise Panic Room’da Jodie Foster’ın kızı olarak izlediğimiz Kristen Stewart’ı görüyoruz.
Şahsen Donnie Darko’dan bu yana takip ettiğim Jena Malone’u bu rolde görseydim yapım benim için daha ilgi çekici bir hal alabilirdi, zira kitap boyunca karakterin yerine onu koymaktan kendimi alamadım. Oyuncu seçimlerinin ne kadar başarılı olduğunu, hikayenin ne denli iyi yansıtıldığını yıl sonunda (bizde iyi ihtimalle 2009 başı) adam akıllı görebileceğiz. Bu seriden henüz haberdar olmayan bayanlara romanı almalarını öneririm. İlle de merak eden erkek varsa, onların daha az kadınlara yönelik olabileceği için Aralık’taki filmini beklemeleri daha hayırlı olacaktır.
Mert Yenici/Beyazperde